Temmuz ayında bir arkadaşımın, bir İsrail hapishanesine konulmuş olan 23 yaşındaki yeğeni serbest bırakıldı. Beytüllahim bölgesinde bulunan mülteci kampında görevli bir Filistinli gazeteci olan genç adam, gece yarısı amcasının evinde tutuklandı. İsrail askerleri, yaptıkları baskında aile üyelerinin pek çoğunu yaraladıktan sonra, genç adamı alıkoydular ve onu neredeyse yürüyemeyecek hale gelinceye kadar acımasızca dövdüler. Fotoğraf çalışmalarıyla protestoları körüklemekle suçlanıyordu ve tutuklanmasından on bir gün sonra 1.500 Yeni İsrail Şekeli (yaklaşık 417$ - 840TL) kefaletle serbest bırakıldı.
Bu tarz olaylar, işgal altındaki toprakların genelinde sürekli olarak yaşanmaktadır ve on yıllardır sürmektedir. İşgal altındaki bölgelerde, bu tür ihlalleri kaydeden veya herhangi bir suretle insan hakları meseleleri üzerinde çalışan 50 civarı Filistinli insan hakları örgütü mevcuttur.
Geçen yıllar içerisinde bu örgütler; İsrail işgali altında bulunan bölgelerde yaşayan 3,5 milyon Filistinlinin haklarının, İsrail işgal güçleri tarafından nasıl ihlal edildiğini tüm ayrıntılarıyla belgelendirme konusunda önemli düzeyde uzmanlaşmıştır. İşgal nedeniyle Filistinlilerin yaşama, eğitim, serbest dolaşım, ekonomik kalkınma ve işkence görmeme haklarının nasıl çiğnendiğini kaydetmektedir. Bu örgütler; Gazze Şeridi ablukası nedeniyle bölgede yaşayan 1,5 milyon Filistinlinin serbest dolaşım hakkının nasıl çiğnendiğini çözümlemektedir ve tıpkı arkadaşının yeğeninin başından geçen olay ve pek çok benzer örnekte olduğu gibi Filistinli gazeteciler İsrail tacizine uğradığında basın özgürlüklerinin nasıl ihlal edildiğini gözler önüne sermektedir.
Avrupalı ve daha uzak kıtalarda yaşayan yabancı bağışçılar, Filistinli insan hakları topluluklarının çalışmalarını sürdürebilmeleri için her yıl milyonlarca Avro bağış yapmaktadırlar. Bu kuruluşlar, uluslararası insan haklarının ve insani hukukun uygulanmasını teminat altına almayı ve Filistinlilerin haklarını savunmayı amaçlar. Yine de; İsrail işgalini sonlandıracak siyasi bir çözüm bulunmadıkça, İsrail ihlallerinin bu örgütlerin çabasıyla önlenebilmesinin mümkün olmayacağı açıktır.
Her ne kadar; başka ülkelerde insan haklarını müdafaa çabaları ile hükümetlerin üzerinde ülkenin yasalarına uyulması için baskı oluşturulması mümkün olsa da, İsrail’de bizzat yasaların esası ayrımcı bir yapıya sahiptir. Filistinlilerin haklarının ihlal edilmesi, işgal ile bütünlük taşıyan bir durumdur. İsrailli yöneticilerin üzerindeki tek baskı gücü, Filistinlilerin haklarına önem vermeyen İsrailli seçmenlerdir ve bununla beraber uluslararası devletler toplulukları ve küresel şirketlerdir. Filistinlilerin haklarının sürekli olarak çiğnenmesine ilişkin inkar edilemez deliller; bu güçleri, yaşanan hak ihlallerini azaltmaya veya işgali sonlandırmaya neden olabilecek ciddi bir şekilde İsrail’i cezalandırmaya ikna etmek için yeterli olamamıştır.
İnsan hakları bürokrasisi
Bağışçıların ortak görüşü, yaptıkları katkıların Filistinlilere karşı yapılan istismarlara bir son verilmesinde pay sahibi olabileceği şeklindedir. Aslında yaptıkları katkı, oldukça sınırlı iş imkanlarının bulunduğu bir alanda istihdam sağlayan bir sektöre fon sağlamaktan ibarettir.
Sektördeki işleyiş şu şekildedir: Filistinli İnsan Hakları Örgütleri; mevcut hak ihlallerini belgelendirir, bu konuda raporlar yazar, destek yazıları yazar, Filistinli siyasi mahkumlara hukuki destek temin eder, Filistinli güvenlik görevlileri için insan hakları eğitimleri düzenler, Filistin Yönetimi’nde “iyi yönetişim” sağlanması için katkıda bulunur, çocukları eğitim ve boş zamanlarıyla ilgili hakları ile ilgili eğitir ve bunlara benzer pek çok etkinlik düzenler. Filistinli İnsan Hakları Örgütleri; Filistin topraklarının ve karasularına İsrail tarafından el koyulmasının, uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukuku tarafından ne suretle yasaklandığını tüm detaylarıyla çözümlemede uzmanlaşmıştır. 4. Cenevre Sözleşmesi’ni imzalayan devletlere, yükümlülüklerini uygulamaları için çağrıda bulunmada deneyimli olup; İsrailli yerleşimcilerin ve askerlerin, Filistinli çiftçilere ve çocuklara gaddarca davranarak etrafa nasıl büyük zarar verdiklerini pek çok şekilde kayda alan videoları yayınlamakta ustadırlar.
Bununla beraber; bu çalışmalara fon sağlayan bağışçılar, farklı türde bildirim ve kayıt yapılması talebinde de bulunur. Kaç tane yayın oluşturulduğu ve kaç tane eğitici kitapçık basıldığı gibi, çıktılar ve bunların etkilerinin listelendiği raporların yazılmasını zorunlu kılar. İnsan Hakları Örgütleri, bağışlardan faydalanan, seminerler katılan veya herhangi bir hak ihlalini bildirmek için kendilerine başvuran kişi sayısını tablolarla bildirmekle yükümlüdür. Ancak görünen o ki, İsrail askerlerinin daha az insanı dövüp dövmediği veya İsrailli yerleşimcilerin daha az ağaç kesip kesmedikleri gibi konular pek de dikkate alınmamaktadır. Filistin Yönetimi ile ilgili olarak, insan hakları seminerlerine katılan güvenlik görevlilerin bu dersleri pratikte uygulayıp uygulamadıkları ilgilerini çekmez. Hatta Ramallah’taki protestoculara karşı polisin uyguladığı şiddet hiçbir şey ifade etmez. Filistin Yönetimi güvenlik güçlerine eğitim veren bir İnsan Hakları Örgütü uzmanının bana bizzat ifade ettiği üzere; haklarla ilgili eğitimler genellikler teoriyle sınırlı kalıp, gerçek anlamda pratiğe yansıtılmaktan uzaktır. Ancak; bazı “çıktıların” dökümünün kaydedildiği ve bazı “faydalananları” sayılabildiği sürece, bağışçılar halinden memnundur.
Bu raporların alınması ve okunması o denli kapsamlı bir iştir ki; fon sağlayan bağışçıların idari talepleri neticesinde tamamen yeni bir aracı Sivil Toplum Örgütü kolu oluşmuştur. Bunlar; bağışçıların evraklar için dışardan destek aldıkları ve Filistinli İnsan Hakları Örgütleri’nin bilgi vermek zorunda oldukları, İnsan Hakları Örgütleri’nin yönetimine tahsis edilmiş büyük çaplı kuruluşlardır. Bölgedeki bir İnsan Hakları Örgütü, bağışçılar için bir yıl içerisinde 114 adet farklı rapor hazırladıklarını ve onların idari taleplerini karşılamak üzere ”bağışçılara yönelik hizmetler” 70.000$ üzeri tutarda harcama yaptıklarını ifade etmiştir.
İşte bunun gibi nedenlerde ötürü; Filistinliler, Sivil Toplum Örgütlerine karşı kuşkucu bir tutum içine girmişlerdir ve pek çoğu, bu tür kuruluşların yolsuzluk yaptığı kanısındadır. Ayrıca pek çok Filistinli, insan hakları örgütlerinin koşulları fiilen iyileştirebileceği konusunda pek de umutlu değildir. Bazı Filistinliler ise; yaşadıkları hak ihlallerini, ellerinde başka seçenek olmadığı için İnsan Hakları Örgütlerine bildirmeyi sürdürdüklerini bizzat ifade ettiler. Buna benzer bir şekilde; İnsan Hakları Örgütlerinde çalışan pek çok Filistinli de, çoğunluğu İsrail tarafından gerçekleştirilen hak ihlallerini sonlandırmak için etki alanlarının yetersiz kaldığını itiraf etmektedir. Buna rağmen bu kuruluşlarda çalışmaya devam etmeleri, hiç bir şey yapmayıp eli kolu bağlı oturmaktan daha iyi olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmaktadır.
Bağışçıların, İnsan Hakları Örgütlerinden bir yığın idari işler talep etmeleri, insan hakları ihlallerinin sürmesinin sebebi değildir. Ama aynı zamanda; 3 aylık raporlar için harcanan 70.000 doların da, mevcut sorunların çözümüne destek sağlaması inandırıcı olmaktan uzaktır. Bağışçıların hesap çizelgelerine ve istatistiklere olan eğilimleri nedeniyle İnsan Hakları Örgütleri çalışanları; insanlarla bir arada çalışmalar yapmak veya gerçek anlamda bir toplumsal ve siyasi değişime yönelik uzun-süreli stratejiler geliştirmek yerine, evrak işlerine daha fazla zaman harcamaktadırlar.
Bununla birlikte, bağışçıların büyük kısmı sağladıkları fonları proje bazında temin etmektedir. Dolayısıyla İnsan Hakları Örgütlerinin; örgütsel varlıklarını sürdürebilmek adına, bağışçıların ne tür etkinliklere fon sağlayabileceklerini kestirmek ve bir sonraki projeleri için hayırsever arayışına girmek için önemli miktarda zaman harcamaları gerekmektedir. Gelecekteki tüm projeler için bu külfete katlanmak zorundadırlar. İnsan Hakları Örgütleri her zaman, o dönem ilgilerini çeken hak ihlali vakası için fon ayıran bağışçıların kaprislerine bağımlı hareket etmek zorunda olacaklardır. Örneğin; 2000 yılında ikinci intifada başlamadan önce, mayın farkındalığı konusu revaçtaydı. İntifada sırasında ise, travma geçirmiş çocuklara yönelik “krize müdahale” projeleri o dönemin öncelikli faaliyetiydi. Birdenbire herkes; neşelendirmek için çocukların yüzlerini boyamaya, kendilerini ifade etmeleri ve “duygularını dış dünyaya yansıtmaları” için onlara boya kalemleri dağıtıldı. Tüm bu faaliyetler belli derecede önem taşıyıp, işgalde yaşanan bazı şiddet olaylarının kimi etkilerini dindirmede etkili bir yöntem olduğu söylenebilir. Ancak; bağışçıların yaptığı yardımların parça parça oluşu, yapılan çalışmaların dikkatini dağıtmakta ve enerji israfına yol açmaktadır. Fon kaynaklarının çeşitlendirilmesi de, bu problemlere çözüm üretmekten uzaktır. Her halükarda, İnsan Hakları Örgütlerinin bölgede yaşayan yardımseverlerin ilgisini çekebilmesi pek mümkün değildir. Sahip oldukları kısıtlı kaynaklara duyulan talep çok fazladır ve bu durum, Filistin’de yaşayan işadamları ve maddi katkıda bulunabilecek diaspora için de söz konusudur. Bu yardımsever kitle daha çok; şiddetli krizler sırasında yapılan acil insani yardım çalışmalarına destek verme veya hak savunucusu örgütlere kıyasla daha somut sonuçlar veren projeler üretme eğilimi gösterir.
Çözüm yolları
İnsan hakları fonları proje bazlı olarak sağlanmamalıdır; çünkü bu sistem, Sivil Toplum Örgütleri’nin pek çok yere yapacakları bağış müracaatlarıyla uğraşmaya, zamanlarının önemli bir kısmını harcamalarına neden olmaktadır. Böylece bu kuruluşların fon sağlayanlara bağımlı hareket etmeleri daha muhtemel hale gelip, kendilerinin nispeten daha geniş olan vizyonlarını geliştirmelerine ve buna uygun hareket etmelerine engel olur. Fon sağlayıcıların; beraber çalıştıkları insanlara daha fazla güven duymaları, bürokrasiyi kısaltmaları, onay formları ve raporlar gibi külfetleri ortadan kaldırmaları gerekmektedir. Buna karşılık bağışçılar savunmaya geçip, yolsuzluk ve başarısızlık gibi sorunlara dikkat çekebilir. Yine de; sorumluluk dayatma girişimlerinin pek çoğu, İnsan Hakları Örgütleri’nin tutması gereken kayıtlar (yayın sayısı, yardımlardan faydalanan kişi sayısı, düzenlenen sempozyum sayısı gibi konularda), yapılan bağışların gerçek etkisi veya sonuçlarına ilişkin herhangi bir veri ortaya koyamadığı için gereksizdir.
Bağışlanan fonlar, kuruluşlara daha büyük meblağlarla gönderilmeli ve altyapı için de mali destek ayrılmalıdır. Sivil Toplum Örgütlerinin faaliyet gösterdikleri binaların kiralarını ödeyecek maddi kaynak bulabilmeleri neredeyse imkansızdır. Bu da; istikrar kazanıp, uzun süreli bir vizyon oluşturmalarına ve planlama yapabilmelerine engel olmaktadır. Örneğin; birlikte çalıştığım bir topluluk, çocukların “boş zaman geçirme haklarının” pratikte yürürlüğe girmesini sağlamak üzere, yeşil alanların bulunduğu bir park inşa etmek için arsa satın almak istiyordu. Ancak, başvurduğum tam on bağışçı kuruluşun biri bile fon yardımında bulunmak istemedi. Özetle, altyapı amacıyla bağış yapılmıyor.
Bu sistemin tüm mantıksız yönlerine karşın, insan hakları fonu bağışlarının sona ermemesi gereklidir. İşgal devam ettiği müddetçe, yaşanan hak ihlallerinin kaynağı etkisini olduğu gibi sürdürecektir. İnsan Hakları Örgütleri, belirtileriyle başa çıkmaya çalışsa da; hastalığın kendisine çare üretememektedir. Her ne kadar insan hakları sektöründe açıkça ikiyüzlülükler görülse de, bağışçıların fon sağlamaktan çekilmemesi gerekmektedir.
Bağışçıların, insan hakları ihlallerine yol açan temel sebepleri yok etme konusundaki katkıları küçük çapta olsa da; en azından, oldukça yüksek işsizlik oranlarının baş gösterdiği bir bölgede istihdam sağlamaktadırlar (2012 yılı verilerine göre Batı Şeria’da %20,1 ve Gazze Şeridi’nde %31,5’lik işsizlik oranları kaydedilmiştir). Halkın memleketlerinin dışında seyahat edip etmeyecekleri; malların, inşaat malzemelerinin ve insanların gidecekleri yerlere ulaşıp ulaşmayacakları; çiftçilerin, ayırıcı duvarın İsrail tarafında kalan arazilerine geçiş yapıp yapamayacakları İsrail denetiminde olduğu sürece, ekonomi darmadağın haldedir ve öyle kalacaktır.
Asıl son verilmesi gereken şey; fon sağlayan kuruluşların, yaptıkları yardımlar sayesinde insan hakları ihlallerinin azalacağını öne sürerek, bunu bir reklam aracı gibi kullanmalarıdır. Gerçekte ise; bunu sağlayabilmenin tek yolu, sistemli siyasi çözümlerdir.